Deniz Üstüne

Sertti, karmakarışıktı batımızda kalan daglar.
Tirenimiz indi ordan ılık, ıslak düz ovaya.
Sağımızda, ter içinde, bir kamyonet gidiyordu.
Şoför, yeşil entarili şişman, esmer bir kadındı.
Oturmuştu arkadaki çuvallara bir gemici,
şapkasının kurdelesi uçuyordu çırpınarak.
Köpnileri, kuleleri, bacalan, dumanıyla
gümüş rengi bir fabrika geçiyordu solumuzdan,
limanına dönen bir harp gemisine benziyordu.

Serinligi geldi önce,
karıştırdı keskin iyot kokusunu
raflardaki elmalann kokusuna.
Sonra, baktım, aksi vurmuş gökyüzüne,
hava kat kat mavileşmiş.
Sonra birden kendisiyle karşılaştık.
Mendiregin içindeydi,
sıkışmıştı rıhtımlarla gemilerin arasına.
Zooparkta seyrettigim bir kartalı hanrladım,
kanatlan yana düşük,
küskün başı yüreğinde.

lstasyona girdi tiren, kayboldu o.
Istasyondan çıktı tiren, yine birden karşılaştık:
Tanyeriydi,
orda, kısık kirpiklerin arasından bizi süzen
soğuk çelik pınltısı
bize dogru yaklaştıkça yumuşayıp ısınıyor.
Ona bakıp düşünmedim:
bir uçsuz bucaksız, bir sonsuz kımıldanışta
örnrümüzün köpük gibi panldayıp söndüğünü.
Vagondan atlamak geldi içimden,
koşmak ona doğru soluk soluııa.

Ister ayışıgında, ister güpegündüz,
ister çarşaf gibi olsun, ister köpük köpük,
kıyıda durup seyretmek onu
kalıreder beni.
Duyarım içimde mahzunluğunu
boş bir şeytan minaresinin.
Ben onun gözünün orta yerinde olmalıyım,
balıkçılarla, diyelim, ağın başında.
Yahut elimde yeke,
          altında yelkenin,
                    sevgiliyle beraber.
Yahut, fırtınada yanında kaptanın,
yahut, kulaç atmalıyım akıntıya karşı.
Ben onun gözünün orta yerinde olmalıyım.

Engels'i hanrladım.
Ne güzel şey külümüzün okyanusa savrulnıası.
Ama, ben, çam tahtasından bir tabutta
Anadolu yaylasma gömüleyim istiyorum.
Yaylamıza kiraz vakti,
ayrı ayrı gemilerden,
konuk gelsin gemiciler.
Söylesinler ayrı ayrı denizierin
aynı büyük türküsünü.

Moskova - Gagn, Tibilisi - Moskova tirenlerinde 1954 sonlan